İklim Değişikliği, Enerji ve Çevre Ekseninde Politikalar

İklim Değişikliği, Enerji ve Çevre Ekseninde Politikalar

İklim değişikliğine yol açan sera gazı emisyonlarının kaynağı %70’in üzerinde bir payla enerji sektörüne aittir. Bu etkinin azaltılması için mevcut enerji senaryoları on yıllardır yazılıp çizilmekte ve uygulamalar hayata geçirilmektedir. Bu bağlamda kurulan senaryolar, gelecek vaat eden çevre dostu yenilenebilir enerji kaynakları doğrultusundadır. Yenilenebilir enerji kaynakları kullanılarak enerji üretimi oransal olarak artmaya devam etse de hala mevcut küresel enerji arzı büyük ölçüde rezervleri sınırlı olan fosil yakıtlara (petrol, doğal gaz, kömür) dayanmaktadır. Fosil yakıtların tükenmesi, çevre kirliliği ve İklim değişikliği baskısı ile karşı karşıya kalınan bu üçlü kriz için, enerji planlaması ve teknoloji geliştirme, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin önemli bir kamu gündemi haline gelmiştir.

Sera gazı emisyonlarına karşı önlem almak ve stratejilerin belirlenmesi için, 2002 yılında Kyoto Protokolü ile başlayan, 2015 Paris İklim Anlaşmasıyla devam eden, bir yandan da COP toplantılarıyla sürdürülen süreçlerde de yenilenebilir enerji kaynaklarının önemi ve bilimsel yenilik potansiyeline vurgular yapılmaktadır. Ne yazık ki bu süreçlerin her biri iyi niyet çerçevesinde olan süreçlerdir, yaptırımı olmayan bu süreçlerin etkisiz kaldığı açıkça ortadır, popülist yaklaşımlardan öteye gidememekte ve gerçek sorunlara odaklanılamamaktadır. Bunun en büyük göstergesi ise üzerinde anlaşmaya varılan hedeflere ulaşılamamış ve birçok taraf tarafından da yaklaşılamamış bile olunmasıdır. Bu süreçlerden farklı olan ve Türkiye gibi ülkeler için ekonomik risk/fırsat ikilemi yaratan yeşil mutabakattır.

Fakat konuya hâkim uzmanların ve bilim adamlarının bilgi, tecrübe ve katkıları iklim – enerji ve sürdürülebilirlik süreçlerinde oluşturulan politikalarda etkinliği tartışma konusuyken, bu ciddi riskin popülist yaklaşımlar etkisinde farklı amaçlar için kullanılıyor olması da 2022 küresel riskler içerisinde %27,5’lik oranı oluşturan iklim değişikliği hareketlerinin başarısızlığının (Dünya Ekonomi Forumu) temel nedenini oluşturmaktadır.

Türkiye’ye geldiğimizde yenilenebilir enerji ile ilgili büyük bir potansiyel olduğu açıkça ortadadır. Yenilenebilir enerjinin elektrik üretim içerisindeki kurulu güç paylarına bakıldığında, yaklaşık olarak hidroelektrik %31.6, güneş 7.8, rüzgar %10.7, jeotermal %1.7 biyokütle+atık ısı %2.1 oranındadır. Bu tablo bize kurulu güç olarak %53.9 yenilenebilir ve %46.1 fosil yakıtlar kaynaklı bir dağılımı göstermektedir. Reel üretime gelindiğinde bu oran süreçlerin doğası gereği fosile doğru kaymaktadır.

Hidroelektrik kaynaklı elektrik enerjisi üretimlerinin iklim değişikliği ve kuraklık baskısı altında büyük etki altında olduğu öngörülmektedir. Güneş ve Rüzgâra gelindiğin de hem yerli üretim açısından hem de santral tarafından olgunlaşmış bir sektör oluşmakta olduğunu ve güçlendiğini söyleyebiliriz. Bu olumlu ve devam etmesi gereken bir süreçtir.

Fakat yenilenebilir enerji politikalarını derinlemesine incelediğimizde tablo bize tek boyutlu bir süreç yürütüldüğü ile ilgili bazı sinyaller vermektedir. Biyokütle kaynakları ve potansiyeli açısından bakıldığında mevcut kurulu tesis sayısının ve gücünün çok çok altında olduğu ve tam bir sektör oluşamadığını ya da oluşma sancılarının yaşandığını söyleyebiliriz. Biyokütlenin enerji dönüşümü hem atıkların bertarafı/geri kazanımı, atık ısının birçok farklı kullanımı, organik gübre üretme potansiyeli, enerjinin sürekli üretimi gibi birçok kritik kazanımı da getirmektedir.

Çok boyutlu, sağlam, sürdürülebilir politikalarla yenilenebilir enerji yatırım süreçlerinin planlanması, hem enerji bağımsızlığı hem ucuz sürdürülebilir enerjiye erişim hem de toplumun birçok kesiminin de refahının artmasına katkı koyacaktır.

E. Olcay Işın

Çevre Yüksek Mühendisi

ÇED Bilim Kurulu Üyesi

6 Mart 2022 Haberler , , , ,