YENİLENEBİLİR ENERJİ ‘’EVRENSEL KAMU YARARI’’ TAŞIR

YENİLENEBİLİR ENERJİ ‘’EVRENSEL KAMU YARARI’’ TAŞIR

Av. Arsin DEMİR Enerji Hukuku Araştırma Enstitüsü Çevre Hukuku Kurulu Başkanı

YENİLENEBİLİR ENERJİ ‘’EVRENSEL KAMU YARARI’’ TAŞIR

Ülkemizde ilgili kamu otoritesinin aldığı kararlarla yenilenebilir enerji yatırımlarının kamu yararı taşıdığına karar verilebilmektedir. Fosil yakıtlardan elektrik üretiminde ortaya çıkan karbon salımlarının neden olduğu iklim değişikliğinin iklim krizine dönüştüğü ve etkilerinin giderek arttırdığı bu dönemde tüm insanlığın yararına olacak şekilde çevre kirliliğini azaltan, karbon salımı olmayan yada çok az olan, ülkeleri enerjide bağımsızlaştıran yenilenebilir enerji yatırımlarına yönelik yeni bir kamu yararı kavramı olan EVRENSEL KAMU YARARI tanımını ortaya koymak ve tartışmaya açmak istedik. Bu kavrama ulaşmak için aşağıdaki başlıklardan ve uluslararası antlaşmalardan faydalandık.

ÇEVRE

Topraklarımızda  çevre ile ilgili yasal düzenlemeler çok eskilere dayanır. Örneğin 1258 tarihli Arazi Kanunnamesi toprak kullanımı ile ilgili hükümlere yer verilmiştir. 1870 tarihli Orman Nizamnamesi ormanların korunması, işletilmesi ve orman yangınlarının söndürülmesi ile ilgili düzenlemeler içermektedir. Mecelle’de av hayvanlarının korunması ve avcılık ile ilgili birçok temel düzenleme yer almaktadır. 1930 tarihli Umumi Hıfzısıhha Kanunu ve 1937 tarihli Orman Kanunu’nda da çevre ile ilgili hükümler bulunmaktadır. Anayasamızın 56. Maddesinde “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.” Hükmü yer almaktadır. 11.08.1983 yılı 18132 sayılı resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Çevre Kanunu’muzda da çevre kavramının tanımı yapılmıştır. Tanıma göre ‘’Çevre’’: “Canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri ve karşılıklı olarak etkileşim içinde bulundukları biyolojik, fiziksel, sosyal, ekonomik ve kültürel ortamı,” ifade etmektedir.

Çevre Kanunu dayanak alınarak Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği 25.11.2014 tarih 29186 sayılı resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Yönetmelikte Çevresel Etki Değerlendirmesi; “Gerçekleştirilmesi planlanan projelerin çevreye olabilecek olumlu ve olumsuz etkilerinin belirlenmesinde, olumsuz yöndeki etkilerin önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için alınacak önlemlerin, seçilen yer ile teknoloji alternatiflerinin belirlenerek değerlendirilmesinde ve projelerin uygulanmasının izlenmesi ve kontrolünde sürdürülecek çalışmaları,” ifade etmekte olup yönetmelik, ÇED sürecinde uyulacak idari ve teknik usul ve esasları, başvuru dosyası, ÇED Raporu ile Proje Tanıtım Dosyasının hangi tür projeler için isteneceği ve içereceği konuları, kapsamına giren projelerin başvuru, inşaat öncesi, inşaat, işletme ve işletme sonrası izlenmesi ve denetlenmesini, ÇED sisteminin, çevre yönetiminde etkin ve yaygın biçimde uygulanabilmesi ve kurumsal yapısının güçlendirilmesi için gerekli eğitim çalışmalarını kapsamaktadır.

08.04.2017 tarih ve 30032 sayılı resmi gazetede Stratejik Çevresel Değerlendirme Yönetmeliği yayımlanmıştır. Yönetmelik; 27/6/2001 tarihli ve 2001/42/AT sayılı Belirli Plan ve Programların Çevre Üzerindeki Etkilerinin Değerlendirilmesi Hakkında Avrupa Parlamentosu ve Konsey Direktifi dikkate alınarak Avrupa Birliği mevzuatına uyum çerçevesinde hazırlanmıştır ve atık yönetimi, balıkçılık, enerji, kıyı yönetimi, mekânsal planlama, ormancılık, sanayi, su yönetimi, tarım, telekomünikasyon, turizm ve ulaştırma sektörlerine ilişkin hazırlanan ve 25/11/2014 tarihli ve 29186 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliğinin Ek-1 ve Ek-2 listelerinde yer alan projeler için çerçeve oluşturan plan/programlara Stratejik Çevresel Değerlendirme yapılması, yaptırılması, izlenmesi ve eğitim verilmesine ilişkin idari ve teknik usul ve esasları kapsar.

24.12.2020 tarih ve 31350 sayılı resmi gazetede Türkiye Çevre Ajansının Kurulması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Daire Kanun yayımlanmıştır. Kanunun amacı; çevre kirliliğini önlemek ve yeşil alanların korunmasına, iyileştirilmesine ve geliştirilmesine katkı sağlamak, döngüsel ekonomi ve sıfır atık yaklaşımı doğrultusunda kaynak verimliliğini artırmak ile ulusal ölçekte depozito yönetim sistemi kurulmasına, işletilmesine, izlenmesine ve denetimine yönelik faaliyetlerde bulunmak üzere Türkiye Çevre Ajansının kurulmasıdır.

YENİLENEBİLİR ENERJİ

Elektrik Piyasası Lisans Yönetmeliği’mizde, Yenilenebilir Enerji kaynaklarına  dayalı üretim tesisleri; “Rüzgâr, güneş, jeotermal, biyokütle, biyokütleden elde edilen gaz (çöp gazı dâhil), dalga, akıntı enerjisi ve gel-git ile kanal veya nehir tipi veya rezervuar alanı on beş kilometrekarenin altında olan veya pompaj depolamalı hidroelektrik üretim tesisleri” olarak tanımlanmıştır. Diğer ülkelerde de aynı şekilde tanımlanmış ve her ülke kendi yenilenebilir enerji kaynağından elektrik üretimini artırmaya çalışmaktadır. Ancak her ülkede aynı oranda bu kaynaklardan elektrik üretimi söz konusu değildir. Bazı ülkelerde jeotermal ön plana çıkmaktayken bazı ülkelerde hidro, rüzgar veya güneş enerjisinden daha fazla elektrik üretilmektedir. Örneğin İzlanda’nın jeotermal elektrik üretimi veya Norveç’te hidroelektrik üretimi jeolojik nedenlerden dolayı daha fazladır. Almanya hem rüzgar hem de güneş enerjisinden faydalanmaktadır. Ülkemiz her türlü yenilenebilir enerji kaynağından tükettiğinden iki kat fazla elektrik üretme potansiyeli bulunmakta olup sadece dalga enerjisi kullanılmamaktadır.

Anayasa Mahkemesi Başkanlığı 5.7.2012 tarihli E  2011/27 K:  2012/101 sayılı kararında; “Kömür, doğalgaz ve fuel-oil gibi fosil yakıtlarının kullanımı sonucu dünya yüzeyinin ortalama sıcaklığında meydana gelen artışa bağlı olarak uzun vadede iklim değişiklikleri, buzulların erimesi, mevsimlerin kayması ve tarım alanlarının verimsizleşmesi gibi sorunlara yol açabilecek nitelikteki sera gazı salınımının düşürülmesi amacıyla yenilenebilir enerji kaynaklarına öncelik verilmesinin, doğanın korunması bakımından taşıdığı önem açıktır.” ifadeleri kullanılmıştır.

Yenilenebilir enerji kaynaklarından elektrik üretiminin yararları bilim insanları tarafından çeşitli konularda ortaya konulmuştur. Yenilenebilir enerji, enerji arz güvenliğini sağlar, karbon salımında bulunmaz, istihdam yaratır, Örneğin  Amerikan Rüzgar Enerjisi Örgütü’nün yaptığı araştırmaya göre 1 MW’lık rüzgar enerjisi konvansiyonel kaynaklara kıyasla yılda 1,500 ton karbondioksit, 6,5 ton sülfür dioksit ve 3,2 ton nitrojen oksit salınımını engellemektedir. Yıllık 100-110 GWh elektrik üretebilen bir rüzgar enerji santrali 33.000 kişinin günlük hayatta ihtiyaç duyduğu (konut, sanayi, metro ulaşımı, resmi daire, çevre aydınlatması gibi) tüm elektrik enerjisi ihtiyacını karşılayabilecek, sadece konut elektrik tüketimi dikkate alındığında ise 34.600 konutun elektrik enerjisi ihtiyacını karşılayabilecek elektrik üretimi yapabilmektedir. Bu miktardaki enerjinin fosil yakıtlar yerine yenilenebilir enerji kaynaklarından üretilmekte olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda 63.000 ton karbondioksit (CO2) emisyonu yıllık olarak engellenmiş olacaktır. Bu da yıllık 15.000 km yol yapan 27.000 otomobilin gaz emisyonuna denk gelmektedir.

Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı’nın raporuna göre; 2016 yılında yenilenebilir enerji sektörünün dünyada 9.8 milyondan fazla insanı istihdam ettiğini açıklanmıştır. Mevcut durumda dünyada yenilenebilir enerji sektöründe çalışan insan sayısı 12 milyonu geçmiştir.

AVRUPA BİRLİĞİ

Avrupa Birliği’nin kuruluş döneminde çevre ile ilgili bir politika oluşturulmamıştır. Kuruluş anlaşması olan Roma Anlaşması’nda da bu konuda  bir hüküm bulunmamaktadır. 1972 yılında Stockholm Konferansı’ndan sonra  çevreye yer verilmeye başlanmıştır ve AB çevre politikalarının temelini Birinci ve İkinci Çevre Eylem Programları oluşturmuştur. Çevre sorunları ilk kez 1987 yılında ayrı bir başlık olarak değerlendirilmiştir. Maastricht Antlaşması ile AB çevre politikalarına “Sürdürülebilirlik” kavramı girmiştir.

Avrupa Birliği, Lüksemburg Çevre ve Enerji Konseyi’nde 1990 yılında belirlediği kendi içinde CO2 emisyon azaltım hedefi ile küresel iklim politikalarının geliştirilmesinde o tarihlerden bu yana erken ve güçlü bir konumda durmaya çalışmıştır. Topluluk, BMİDÇS’ye 21 Mart 1993 tarihinde taraf olmuştur. Avrupa Birliği’nin Kyoto Protokolü’ndeki yükümlülüğü, sera gazı emisyonlarının 2008-2012 birinci döneminde 1990 düzeylerinin %8 altına indirmek olarak belirlenmiştir. Bu doğrultuda %8 oranındaki emisyon indirimini korumak üzere, yükümlülükleri Haziran 1998’de Konsey’de karar verilen AB Yük Paylaşım Anlaşması’na göre Üye Devletler arasında bölüştürmüştür. 2010’da benimsenen AB 2020 Stratejisinde iklim değişikliğiyle mücadeleye katkıda bulunan ve 20-20-20 olarak da adlandırılan hedeflere yer verilmiş daha sonra bu hedefler değiştirilmiştir. Avrupa Birliği, Paris İklim Anlaşmasını 22 Nisan 2016 tarihinde imzalamış ve 5 Ekim 2016’da onaylamıştır. Avrupa Komisyonu, “2020 Sonrası Küresel İklim Değişikliği ile Mücadele Planı”nı esas alarak, Mart 2015’de BMİDÇS Sekretaryasına sunduğu Niyet Edilen Ulusal Katkı Beyanına göre 2030 yılına kadar emisyonları en az %40 azaltma yönünde hedef belirlemiş ve bu hedefe ulaşmak için uygulamalarını hızlandırmıştır.

Avrupa Birliği’nin çevre politikası, kirliliği ortadan kaldırmayı, azaltmayı ve önlemeyi, doğal kaynakların, ekolojik dengeye zarar vermeyecek biçimde kullanılmasını temin ederek sürdürülebilir kalkınmayı sağlamayı, çevresel zararın kaynağında önlenmesini ve çevreyi korumanın diğer sektörel politikalarla (enerji, ulaştırma v.b.) entegrasyonunu güvence altına almayı amaçlamaktadır. Avrupa Birliği’nin çevre politikasının gelişiminde, 1973 yılından bu yana hazırlanan Çevre Eylem Programları oldukça etkili olmuştur:

 

BİRLEŞMİŞ MİLLETLER İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ ÇERÇEVE SÖZLEŞMESİ (BMİDÇS)

İklim değişikliği ile ilgili yapılan ilk uluslararası çalışma, 1992 Rio Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda imzaya açılan ve 21 Mart 1994 tarihinde yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’dir. 1994 yılında yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne (BMİDÇS) hâlihazırda 197 ülke taraftır. Ülkemiz, BMİDÇS’ye 21.10.2003 tarihli ve 25266 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 16.10.2003 tarihli, 4990 sayılı kanun ile uygun bulma suretiyle 24 Mayıs 2004’te 189. Taraf olarak katılmıştır. Sözleşme kapsamında gelişmiş ülkeler ve Ek-I’de yer alan diğer taraflar sera gazı emisyon azaltımı yapmakla; gelişmiş ülkeler ve Ek-II’de yer alan diğer taraflar da diğer ülkelere mali destek sağlamakla yükümlüdür. Sözleşme yürürlüğe girdiği esnada Türkiye her iki ekte de yer almış olup, 2001’de gerçekleştirilen 7. Taraflar Konferansı’nda alınan 26/CP.7 sayılı Kararla Türkiye’nin adı BMİDÇS’nin EK-II listesinden çıkarılmış fakat özel şartları kabul edilerek EK-I listesinde kalmıştır.

KYOTO PROTOKOLÜ

Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS),  iklim değişikliği ile mücadelede ileriye dönük bir adım teşkil etmiştir. Bununla birlikte, sera gazı emisyonlarının küresel ölçekte artmaya devam etmesi ve iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin giderek daha fazla hissedilir hale gelmesi üzerine, gelişmiş ülkelerin bağlayıcı yükümlülükler üstlenmesi için BMİDÇS’ye taraf ülkeler mevcut sözleşmenin niteliğini güçlendirmek amacıyla Kyoto Protokolü’nü müzakere etmeye başlamışlardır.

Kyoto Protokolü, 1997 yılında kabul edilmiş ve 2005 yılında yürürlüğe girmiştir. Protokolde, EK-1 taraflarına sayılaştırılmış emisyon azaltım hedefleri belirtilmiştir. Türkiye, 5386 Sayılı Kanun’un 5 Şubat 2009’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce kabulü ve 13 Mayıs 2009 tarih ve 2009 / 14979 Sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’nın ardından katılım aracının Birleşmiş Milletlere sunulmasıyla 26 Ağustos 2009 tarihinde Kyoto Protokolü’ne taraf olmuştur. Kyoto Protokolü kabul edildiğinde BMİDÇS tarafı olmayan Türkiye’nin EK-1 ülkesine olmasına rağmen Protokol kapsamında sayılaştırılmış emisyon azaltım taahhüdü bulunmamaktadır.

OSLO İLKELERİ

 2015 yılında hukuk uzmanları devletlerin iklim değişikliği ile ilgili yasal yükümlülükleri tartışmak için toplanmışlardır. Uzmanlar, dünyadaki tüm ulusal ve uluslararası mahkemelerin, üniversitelerin ve örgütlerin mensuplarından oluşmaktadır. Bu toplantı sonucu Oslo İlkeleri benimsenmiştir.  İklim değişikliği ile ilgili devletlerin yükümlülüklerindeki belirsizliklerin netleştirilmesine çalışılması gerektiği ifade edilmiştir.

PARİS ANLAŞMASI

Paris Anlaşması, 2015 yılında Paris’te düzenlenen BMİDÇS 21. Taraflar Konferansı’nda kabul edilmiştir. Anlaşma, 5 Ekim 2016 itibariyle, küresel sera gazı emisyonlarının %55’ini oluşturan en az 55 tarafın anlaşmayı onaylama koşulunun karşılanması sonucunda, 4 Kasım 2016 itibariyle yürürlüğe girmiştir. Anlaşmanın uzun dönemli hedefi, küresel ortalama sıcaklık artışının sanayileşme öncesi döneme göre 2°C altında tutulması; ilave olarak ise bu artışın 1,5°C’nin altında tutulmasına yönelik küresel çabaların sürdürülmesi olarak ifade edilmektedir.

Paris Anlaşması’nın, BMİDÇS ile karşılaştırıldığında en belirgin özelliği, tüm ülkelerin katkılarına dayanacak bir sistem öngörülmüş olmasıdır. Anlaşma, iklim değişikliğiyle mücadelede gelişmiş/gelişmekte olan ülke sınıflandırmasına ve tüm ülkelerin “ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar ve göreceli kabiliyetler” ilkesi tahtında sorumluluk üstlenmesi anlayışına dayandırılmıştır. Gelişmiş/gelişmekte olan ülke sınıflandırmasının yapılabilmesi için bir kıstas belirlenmemiş; herhangi bir farklılaştırmaya da gidilmemiştir.

Paris Anlaşması, 2020 sonrası süreçte, iklim değişikliği tehlikesine karşı küresel sosyo/ekonomik dayanıklılığın güçlendirilmesini hedeflemektedir. Paris Anlaşması’nın uzun dönemli hedefi, endüstriyelleşme öncesi döneme kıyasen küresel sıcaklık artışının 2°C’nin olabildiğince altında tutulmasıdır. Bu hedef fosil yakıt (petrol, kömür) kullanımının tedricen azaltılarak, yenilenebilir enerjiye yönelmesi gerektirmektedir.

 BİRLEŞMİŞ MİLLETLER SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA AMAÇLARI

Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları, Ocak 2016’da yürürlüğe girmiştir. Birleşmiş Milletler’in kalkınma ajansı olan UNDP, 170’ten fazla ülke ve bölgede çalışmaları vasıtasıyla amaçlarını uygulamaya çalışmaktadır. Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları (SKA), diğer bir deyişle Küresel Amaçlar, yoksulluğu ortadan kaldırmak, gezegenimizi korumak ve tüm insanların barış ve refah içinde yaşamasını sağlamak için evrensel eylem çağrısıdır.

İklim değişikliği, afet riski ve ekonomik eşitsizliği içeren temel alanlara yoğunlaşmış olan UNDP, hükümetlerin Sürdürülebilir Kalkınma Amaçlarını kendi ulusal kalkınma planları ve politikalarına entegre etmelerine destek sağlamaktadır. Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’nın 7. Başlığı ‘Erişilebilir ve Temiz Enerji’dir. Bu başlık altında UNDP; 2030 yılına kadar erişilebilir enerjiye herkesin kavuşmasını sağlamak için güneş, rüzgar ve termal gibi temiz enerji kaynaklarına yatırım yapılmasının gerekliliğini aktarmaktadır. Yine kalkınma amaçları içerisinde 13. Başlık ‘İklim Eylemi’ adını taşımaktadır.

AVRUPA YEŞİL MUTABAKATI

Avrupa Yeşil Mutabakatı; 2050 yılına kadar AB’yi net sera gazı emisyonlarının olmadığı ve ekonomik büyümenin kaynak kullanımından ayrıştırıldığı modern, kaynak açısından verimli ve rekabetçi bir ekonomiye sahip adil ve müreffeh bir topluma dönüştürmeyi amaçlayan yeni bir büyüme stratejisidir.

Mutabakatın 2.1.2. maddesi “Temiz ,Uygun Maliyetli ve Güvenli Enerji Sağlamak” tır.  Bu maddede 2030 ve 2050 iklim hedeflerine ulaşabilmek için enerji sisteminin karbondan daha fazla arındırılması kritik bir öneme sahip olduğu belirtilerek; “Temiz enerji geçişi, tüketicileri sürece dahil etmeli ve onlara fayda sağlamalıdır. Bu bağlamda, yenilenebilir enerji kaynaklarının önemli bir rolü olacaktır. Yenilenebilir enerjilerin, enerji verimliliğinin ve diğer sürdürülebilir çözümlerin sektörler arasında akıllı ve kuvvetli bir şekilde entegre edilmesi karbonsuzlaşmaya minimum maliyetlerle ulaşmasına katkı sağlayacaktır.” ifadeleri kullanılmıştır.

Görüldüğü üzere ülkeler ve ülkelerinin politikalarını belirleyen karar vericiler bu zamana kadar çeşitli protokol ve sözleşmelerle iklim krizi ile mücadelede kararlar almışlardır. Ancak alınan bu kararların uygulanıp uygulanmadığı konusu tartışılmaktadır.

Bir taraftan da özellikle yatırım maliyetlerinin düşmesi ve piyasanın oluşturmasından dolayı birçok ülke yenilenebilir enerji yatırımlarını artırma çalışmalarına devam etmektedir. Finansman modelleri, sürdürülebilirlik kavramını odak alarak yeni portföyler oluşturmaktadır. Son yıllarda adından çok söz ettiren karbon piyasası henüz tam anlamıyla bir mekanizma oluşmadıysa da işlerliği devam etmektedir.

İKLİM KRİZİ

Küresel iklim değişikliğinin, bugünün daha net ifadesiyle iklim krizinin en önemli nedenleri; fosil yakıt kullanımı, ormansızlaşma, çarpık ve plansız kentleşme olarak sıralayabiliriz.          Havadaki karbondioksit oranının artması sonucu yaşanan bu kriz birçok olumsuzluğu insanlığa yaşatmaya devam etmektedir. Kuraklık, seller, şiddetli hava olayları daha sık yaşanmakta. Okyanus ve deniz seviyelerinde yükselme, buzulların erimesi ve daha birçok etken hayvanlar ve ekosistemlerin yanı sıra tüm insanlık için de ciddi risk taşımaktadır.

İklim krizinin durdurabilmek ve daha yaşanabilir bir dünya için hızlıca eyleme geçilerek yapılması gerekenlerin en başında enerjinin verimli kullanılması, yenilenebilir enerji kaynaklarından elektrik üretiminin artırılması, ormansızlaşmanın önüne geçilmesi, atıkların bir değer olarak değerlendirilmesi gelmektedir. Kent içi ulaşımda sürdürülebilirlik esasıyla ulaşımın karbonsuzlaştırılması,  yeşil alanların çoğaltılması, atıkların kaynağında bertarafı da özellikle yerel yönetimlerin zorunlu görevleridir.

İKLİM DAVALARI

Son yıllarda birçok ülkede iklim değişikliği ile ilgili davalar açılmaktadır. ABD’de altı yüz elli dört (654) ve diğer tüm ülkelerde iki yüz otuz (230’dan fazla iklim değişikliği davası açılmış bulunmaktadır. Uluslararası İnsan Hakları Sözleşmeleri’nde temiz çevrede yaşama hakkı ile ilgili bağlayıcı hükümler bulunmamakla birlikte devletler kendi mevzuatlarında bu yargıyı sıkça tartışmışlardır. Kutba Yakın Eskimolar Meclisi (Inuit Circumpolar Conference) Başkanı, 2005 yılında  Amerika’nın İnsan Hakları Komisyonu’na küresel ısınma ve iklim değişikliğinin etkilerinden kaynaklanan insan hakları ihlalleri konusunda yardım talebinde bulunan bir dilekçe sunmuştur. Dilekçe, ABD’nin o zamanki en büyük sera gazı emisyonu vericisinin, o sırada yeterli sera gazı kontrollerini bırakmamak suretiyle Eskimolar’ın insan haklarını ihlal ettiğini iddia etmiştir (Watt-Cloutier, 2005). Komisyon bir karar vermemiş olsa da, dilekçe, küresel ısınmanın Eskimolar üzerindeki ciddi etkilerine dikkat çekmeyi ve iklim

değişikliğinin insan hakları etkileri hakkında daha fazla tartışma başlatmayı başarmıştır (Osofsky, 2007). Başka bir davada ise sera gazlarının küresel iklim değişikliğine olumsuz katkısı, mahkemenin belirttiği ifadeler arasında yer almıştır.

KAMU YARARI

“Kamu yararı” kavramı mevzuatımızda birçok yerde geçmektedir. 1789 Fransız Devriminden sonra Fransız kamu hukukuna yerleşen ve daha sonra çağdaş kamu hukuku tarafından benimsenen bu ilkeye göre “yasa, kamu yararıdır.” Yasama organı tarafından usulüne uygun olarak yapılan her yasa hem kamu yararına uygundur, hem kamu yararının kendisidir. Anayasamızda “Kamu Yararı” başlığı bulunmakta olup alt başlıkları; Kıyılardan Yararlanma, Toprak Mülkiyeti, Tarım, Hayvancılık ve Bu Üretim Dallarında Çalışanların Korunması, Kamulaştırma ve son olarak Devletleştirme ve Özelleştirme’dir.

Kamu yararı kavramı üzerinde farklı görüşler bulunmaktadır. Bireysel yarara üstünlük sağlayan görüşte, kamu yararının bireysel yararların toplamından oluştuğunu öne sürmektedir. Ortak yarar görüşüne göre bireylerin kendi yararlarını gerçekleştirmeleri değil, bireysel yararları ortak yarar içerisinde erimektir. Kamu yararı kavramı bir topluluğun ortak çıkarlarını ifade etmekte ve bunların teşvik edilmesi durumunda bireysel çıkarlar bastırılmayıp, tam tersine bireylerin başka bir şekilde elde etmeleri mümkün olmayan yararları elde etmeleri mümkün hale gelmektedir. Toplum yararı görüşünü benimseyenlere göre, bireyin yararı ile toplum yararının çatışması söz konusu değildir. Yani toplum yararına aykırı bir birey yararından söz edilemez. Bu görüşe göre, insanların toplum halinde yaşamalarının nedeni, insanın toplumsal bir varlık olması ve tek başına yaşamasının mümkün olmamasıdır.

ÜSTÜN KAMU YARARI

Üstün kamu yararı kavramı ise birden fazla (genellikle iki) kamu yararının söz konusu olduğu durumlarda karar vericiler için belirleyici olması amacıyla doğmuş bir kavramdır. Üstün kamu yararı kavramı mevzuatımızda bulunmamaktadır. Üstün kamu yararında, iki kamu yararının birbiriyle yarıştığı ya da çatıştığı durumlarda daha geniş kamu yararının anlamı çıkmaktadır. Danıştay bir kararında; “İmar planlarının yargısal denetimi sırasında şehircilik ilkeleri, planlama esasları ve kamu yararı kriterleri ile birlikte özelliği itibariyle imar planının bütünlüğü, genel yapısı, kapsadığı alanın nitelikleri ve çevrenin korunması gibi olguların yanı sıra “üstün kamu yararı” ilkesinin de gözetilmesi zorunludur.” İfadelerini kullanmıştır. Anayasa Mahkemesi 23.12.2005 tarih E. 2004/68, K. 2005/104 sayılı Türk Telekom kararında milli yarar kavramından bahsetmiştir.

EVRENSEL KAMU YARARI

Türk Dil Kurumu sözlüğünde “Evrensel” kavramı; evrenle ilgili, bütün insanlığı ilgilendiren, alemşümul, cihanşümul, kozmik, üniversal olarak tanımlanmıştır. Özellikle üzerinde durduğumuz nokta “Yenilenebilir enerjinin bütün insanlığı ilgilendiren” kısmıdır.

Yaklaşık 40 yıldır iklim değişikliği üzerine birçok bilimsel çalışma yapılmıştır ve yapılmaya devam etmektedir. Bu çalışmalar neticesinde ülkeler kendi politikalarını belirlemiş ve iklim değişikliği mücadelesi noktasında kararlar alınmıştır. Bu kararların uygulanma noktasında ise sorunlar yaşanmış ve tüm gezegeni ilgilendiren bu mücadelede yeterince yol alınamamıştır. Gelinen noktada ise artık iklim değişikliği ‘’KRİZ’’ boyutuna geçmiştir.

Artık , kamu yararı kavramı ile ilgili görüşlere, iklim krizi odaklı düşünce sistemi doğrultusunda yeni bir perspektif açmak gerekiyor. İklim krizi, sadece bir bölgenin, bir coğrafyanın, ya da bir ülkenin sorunu değildir.  İklim krizi tüm dünyanın ve  tüm insanlığın sorunudur. İnsan ırkının sağlıklı bir şekilde varlığını sürdürebileceği tek gezegen olan dünyamızda, elektrik üretim aşamasında karbon salımında bulunmayan, çevreyi kirletmeyen, insan ve çevre sağlığını tehdit etmeyen, istihdam yaratan, özellikle ülkemiz gibi elektrik üretiminde dışa bağımlı olan ülkelere enerji bağımsızlığı ve arz güvenliği sağlayan, fosil yakıt temelli enerji savaşlarının ortadan kalkmasını sağlayacak her bir yenilenebilir enerji santrali “Evrensel Kamu Yararı” taşımaktadır. Ülkemizin kendi kaynakları olan yenilenebilir enerji kaynaklarından üretilecek elektrikte sadece ülkemiz insanlarının menfaatleri değil, fosil yakıtlara karşı başka alternatiflerin olduğunu gören ve fosil yakıtların dünyaya verdiği zararlardan bu sayede bir nebze daha az etkilenen tüm insanlığın menfaati bulunduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Evrensel Kamu Yararı taşıyan yenilenebilir enerji kaynaklarından elektrik /enerji üretimine yönelik yapılacak her bir çalışmanın da tüm ülkeler tarafından gerek finansal ve gerekse mevzuat anlamında desteklenmesi iklim krizi ile mücadeledeki ortak duruşu netleştirecektir.

Enerji Hukuku Araştırma Enstitüsü

Çevre Hukuku Kurulu Başkanı

Av. Arsin DEMİR

Kaynaklar

 

25 Ocak 2021 Haberler , , , , , , ,